7 Şubat 2014 Cuma

Yazarımızın Canın Cehenneme Adlı Yazısı

Öğle saatleri olmasına rağmen patron henüz gelmemişti. Sanki her şeyi duyduğumu öğrenmiş kendisinden hesap sormamdan çekinmişti. Birkaç saat sonra söylenerek içeri girmiş ortada dolaşan söylentileri kendisine sormuştum. Bir süre düşündükten sonra;
- “ Murat babanı fırına ortak edeceğim” dedi. Bu cevap karşısında ne tepki vermem gerektiğini bilemiyordum. Kaybedeceğimiz paraları acaba bu şekilde kurtarabilir miydik?. Teklifini kabul etmesek zaten çoktan olan olmuştu. Belki bu şekilde kaybedeceklerimizi kurtarabilirdik. Akşama kadar bu konu üzerinde kafa patlattım.
Akşam kasayı teslim ettikten sonra konuyu anneme anlatmıştım. Annem ‘ortaklık’ fikrine sıcak bakmıyor, babamla tartışmaya başlıyordu. Artık olan olmuştu. Evde kıyamet kopuyordu.
Ertesi hafta ortaklık fikrini kabul etmek zorunda kalmış, aslında pekte tekin olmayan patron Tekin’in daha önce kurmuş olduğu komplonun ortasında kalmıştık. Ortada senet söylentileri olmasına rağmen senetlerle ilgili henüz bir yerden haber gelmemişti. Bu duruma sevinsek mi üzülsek mi bilemiyorduk.
Yaşanan olaylar evdeki huzuru bozmuş herkesin psikolojisini kötü etkilemişti. Artık sınava çalışmayı bırakmıştım. Hiçbir şey olmamış gibi işe gidip geliyordum. Yaklaşık 1 ay bu şekilde geçmişti.
Sınavdan bir gün evvel son defa kitabı açmış olmama rağmen kendimi konulara veremez olmuştum. O esnada ev telefonu çalmaya başladı. Çalan her telefon sebebiyle yüreğimiz ağzımıza geliyor icra endişesiyle bir korku sarıyordu hepimizi. Telefonu annem açmıştı. Konuşmaya başladıktan sonra yüzü düşmüş ağlamaya başlamıştı…
Kalbim hızla çarpıyor annemin biran önce telefonu kapatmasını bekliyordum. Bir iki dakika daha konuştuktan sonra telefonu kapattı. Arayan avukatmış. Pazartesi gününe kadar yaklaşık 50.000 Tl ödeme yapmamızı aksi halde icraya geleceklerini söylemiş. Annem ağladıkça ciğerlerimin yanıyor bu yangını nasıl sona erdireceğimi düşünüyordum. Aklıma patronu öldürmek gibi parlak bir fikir gelmişti. Ama bunu nasıl yapacağımı düşünürken annemle babam tekrardan tartışmaya başladılar. “İşte tam zamanı” diye düşünmüştüm. Öfkemden yerimde duramıyor böyle bir pisliği temizlemek için can atıyordum. Ömrüm boyunca hapse atacaklarını bilsem yine de yapacaktım… Koşarak mutfağa gittim. Tezgahın üzerinde bulunan yeşil saplı büyük bıçağı alarak kemerimin altından belime koymuş gizlemek için de tişörtümü aşağı doğru sündürmüştüm.. Fırına gidip biran evvel bu işi bitirmeliydim. Kalp atışlarımı beynimde hissediyor, burnumdan solumaya devam ediyordum. Bizimkilerin kavga etmekten beni gördükleri yoktu… Koşar adımlarla 3. katta bulunan dairemizden inerek dışarı çıktım. Sağ elim biraz önce tişörtle gizlediğim bıçağın sapını tutmaktaydı. Normalde çok merhametli bir insandım. Yolda yürürken karıncayı ezmemek için yolumu değiştirir başka taraftan yürürdüm. Ama bu şerefsizlerin yaptıkları kanıma dokunuyor merhamet dolu kalbimi pas tutturmaya yetiyordu. Birazdan Tekin denilen merhamet dilencisinden kurtulacaktım. Sadece ben mi?. Her sabah aynı saatte borcunu istemeye gelen yaşlı teyze ve bizim gibi dolandırılan, aldatılan tüm mazlumlar bu sahtekardan kurtulacaktı. Bundan sonra kimseyi ağlayarak kandıramayacaktı… Aslını söylemek gerekirse Tekin’i öldürünce borçlarımız bitmiyordu. Çünkü senetler onun yönlendirmesiyle başka kişilerin elindeydi. Ayrıca hiçbirinde borcun tutarı yazmıyordu. Hepsi de boş senetti. Olmayan borcumuz onu dolduracak kalemin sahibinin vicdanına bırakılmıştı. Gerçi bu insanlarda vicdan olsa zaten böyle bir işin içine girmezlerdi. Sonuç olarak benim patronu öldürmem sadece öfkemi yatıştıracaktı. Bu üç dakikalık yol boyunca tüm bunlar aklıma gelse de hepside fırının sahibinin başının altından çıktığı için onu muhakkak öldürmem gerektiğine inanıyordum… Fırının önüne gelmiştim. Dış kapısından bir hışımla içeri girip krem renkli koridordan koşarak sağ taraftaki kapıdan odanın içine daldım. Odanın içi bomboştu. Biran “Acaba kasaya kim bakıyor” diye düşünsem de alt katta olabilecekleri aklıma gelmiş tekrar koridora çıkıp 5 metre kadar daha yürüdükten sonra aşağı kata inen merdivenlere yönelmiştim… Sanki birisi benim onu öldürmek için oraya geleceğimi kendisine bildirmiş olabilir endişesiyle sessiz adımlarla merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Ocakları söndüren kararların altına imza attığı, attırdığı bu işletme artık onun mezarı olacaktı. Bir iki dakika sonra görecekti gününü…
Merdivenlerden ağır adımlarla aşağı inmeye devam ediyordum. İçeriden sesler gelmeye başlamıştı. Ne konuştuklarını duyamıyordum. Tişörtümü kaldırıp daha önce belimden aşağı koymuş olduğum ‘Canın Cehenneme” ismini verdiğim bıçağımı elime alıp sıkıca tutmaya başladım. Biran aklıma “yarın kalem alacak ellerin şu anda ne tuttuğu” geldi. Böyle olmamalıydı. Oysa bu eller insanı öldürmek için değil yaşatmak için uğraşacaktı. Bıçak yerine enjektör tutacak durmuş kalplere belki şifa olacaktı… Hiçbir şey istediğim gibi olmamıştı. Kim bilir yarın gazeteler adımdan ‘ ne diye’ bahsedeceklerdi. 19 yaşındaki cani, patronunu acımadan defalarca bıçaklayarak öldürdü. Atansaydı ölüm dağıtacaktı vb. haberlerle adımdan söz ettirecektim. Oysa kimse yaşadıklarımı anlayamayacak, kendilerince haberleri okuyup; hakkımda küfürler edip ahkam keseceklerdi… Merdivenin son basamağından inip ekmeklerin piştiği ocağın sol tarafındaki 3 metre enindeki koridora yöneldim. Sesler kesilmişti. Bıçağı sıkıca tutmaya devam ediyordum. Öyle ki elimle birlikte kolumda titremeye başlamıştı. Artık hiçbir kuvvet o bıçağı elimden alamazdı… Sağ elimi sırtıma götürerek bıçağı sakladım. Yanına yaklaşıp bir şey söylemeden üzerine atılacak öfkem geçesiye kadar patronu defalarca bıçaklayacaktım…
Read More

6 Şubat 2014 Perşembe

Tezgah adlı yeni yazı - Gönderin Yayınlayalım

06.02.2014 tarihli gönderilmiş yazı. Sosyal Sen;

- “Tekrar işsiz kalmıştın yani” dedi Psikiyatr Sevinç Hanım.

- “Evet. Lanet hala üzerimde dolaşıyor, beni delirtmek için başka oyunları deniyordu..

- Murat Bey size göre işsizlik “lanet” demek midir?. Lanetin şiddeti nedir sana göre
- Doktor Hanım ‘lanet’ diyorum çünkü her şeyden önce beş parasız kalıyorsunuz. Daha öncede bahsettiğim gibi işsizlik; kapital düzenin doğurmuş, beslemiş olduğu büyük bir lanettir. Bu lanete uğramışsanız; dışlanma, önce arkadaşlarınız tarafından başlar ve son olarak ailede son bulur. Değersizsinizdir. Şiddetini ise işsiz kaldığınız süre belirler. Aslında şu ana kadar anlattıklarım bu lanetin daha göz kırpmasıydı.
- Sonra ne oldu? Hemen atandınız mı?
Hayır. Sonraki aylarda daha farklı işlerde çalıştım. Bazıları günübirlikti. Bir çay bahçesinin geceleri temizliğini yaptım. Yanlış hatırlamıyorsam 1 ay kadar bu işi yapmıştım. Bir ustanın yanında bozuk kalorifer kazanlarının tadilatında yardımcı oldum. Uzun bir süre sabit bir işim olmadı Son olarak bir ekmek fabrikasında çalışmaya başlamıştım. Önceleri geceleri çalışıyor, ‘pasa’ adı verilen içleri ekmek pazısi dolu tepsileri pişmek üzere götürülen el arabalarına yerleştiriyordum. Aylarca bu şekilde çalışmaya devam ettim.


En son sınava 2 yıl önce girmiştim. O yıl tekrar KPSS Sınavı yapılacaktı. Geceleri çalışmak zor olduğundan artık gece çalışmak yerine gündüzleri kasaya bakmaya başladım. Fırın her gün açık olduğundan hiç izin kullanmadan aylarca çalıştım.
O günlerde babam yeni emekli olmuş sabah 06.00 da babam gelir kasaya bakar, ben saat 10.00 gibi gelir akşam ezanının okunmasıyla hesabı yapar kasayı teslim ederdim. Akşama kadar sürekli müşteri gelmediğinden ders çalışmak için uzun zamanım olurdu.
Patronumuz 3 erkek ve bir kız babası Tekin isminde biriydi. Aramızda hiçbir sorun yaşanmıyor, sınavıma çalışmaya devam ediyordum. Bu benim son şansımdı ve bu şansımı iyi değerlendirmeliydim. Kendi mesleğimi yapmak istiyordum.
Matematik dersiyle yedinci veya sekizinci sınıfta “karekök” yüzünden aramız açılmış aramızı yeniden bulmak için gönderilen matematik öğretmenlerine rağmen kendisiyle anlaşmaya yanaşmamıştım. Kırılmıştım ona bir kere. Beni adeta çarpanlarıma ayırdığı yetmezmiş gibi üzerine “karekök” adını verdiği bir de işaret yapmıştı.
Ben sınavı teşbihte hata olmazsa dilimle kazanmayı düşünüyordum. Sınav kitapçığında bulduğum doğru şıkları, fazla teşhir etmeden, mübalağasızca cevap kağıdına yazacaktım.
Sınav günü yaklaşmış sınava son bir ay kalmıştı. Matematik dersi haricinde diğer derslerin konularını bitirmiş tekrar göz gezdirmeye başlamıştım. Son iki hafta ise sadece test çözecektim.
Bir Pazar akşamı teyzemler gelmişti. Teyzemin yüzünde telaşlı, kuşku dolu bir ifade vardı. “Enişte, senin boş senetlere imza attığını söylüyor komşular” dedi. Babam daha teyzemin sözlerini tamamlamasına imkan tanımadan” Yok öyle bir şey” demişti kendinden emin halde.
Korkmaya başlamıştım. ‘Ya Teyzem haklıysa’ diye düşünmeye başladım. Babam’a 1990’lı yıllarda “A tipik psikoz” tanısı konulmuştu. Zaman zaman hastalanır bizi farklı yerlerde gördüğünü söylerdi. “Acaba tekrar hastalandı mı” diye kendimce cevabından emin olamadığım sorular soruyor, o hafta fırında neler olduğunu düşünmeye başlıyordum.
‘Kel Selim’ lakaplı birini geçtiğimiz günlerde babamın yanında görmüştüm. Ben geldiğimde hızla fırından uzaklaşmıştı. Söylenildiğine göre çek- senet işleriyle uğraşıyor, geçimini tefecilikle sağlıyormuş.
Kimseye bir şey söylemeden odama geçip hafızamı yoklamaya devam ettim. O gece hiç uyku tutmadı. Sigara içmek için balkona çıkmak istedim. Salona girdiğimde babamın uyumadığını, salonun içerisinde sağ eline almış olduğu sigarayla huzursuz halde iki yana volta attığını gördüm. Ne zaman hastalansa bakışları değişir, sabahlara kadar uyumaz, sigarasının birini bitirmeden bir diğerini yakardı.
Korkmaya başlamıştım. Teyzemin söylediğine göre birkaç tane boş senet imzalamıştı. Her şeyimizin elimizden gitmesi an meselesiydi.
Aklıma birden patrondan daha önce verdiği borç altınların parasını istemek için fırına gelen yetmiş yaşlarındaki yaşlı kadın geldi. Kadın ne zaman fırına gelip patronu sorsa, Tekin Bey, kendisini ‘yok’ dedirtir, gittiğinde “Yaşlı bunak” diyerek tepki gösterirdi.
Düşündükçe aklıma yeni şeyler geliyordu. Borcunu ödemesi için gelen uncudan, odun parasını isteyen oduncu ve diğerleri… Bir de ortalıkta patronun iflas ettiğine dair benim inanmadığım dedikodular dolaşmaktaydı.
Kafam allak pullak olmuş, ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilmez olmuştum. Kendi elleriyle imzaladığı senetlere nasıl itiraz edebilirdik ki? İnsana demezler mi ki “Başına silah mı dayayıp imzalattılar “ diye?...
Biran evimize 3 dakika yürüme mesafesinde olan fırına gidip söylentileri araştırmak geldi aklıma. Fırın açıktı fakat bu saatte sadece işçiler çalışıyordu. Ama olsun. Belki işçiler bir şeyler biliyordur. Şimdi fırına gidip bu konunun aslını öğrenmeliyim. Evden nasıl çıkacaktım. Babam hala uyumuyor, kendi kendine söyleniyordu. Hemen çıksam peşimden gelir, belki tatsızlık çıkardı. En güzeli sabahı beklemekti. Zaten gün ışımasına 1. 5 saat kadar kalmıştı.
Sabah saat 06.00 gibi fırına gidip çalışan işçilere ortada dolaşan iddiaları sordum. Hepsi de “bilmiyoruz” demişlerdi. Bu cevap beni tatmin etmek yerine öfkemi artırıyor gerçeklik payının yüksek olduğunu düşündürüyordu. Belki de işçiler bildikleri halde benden saklıyorlar. Patronu ele vermek istemiyorlar. Eğer böyle bir şeyin gerçek olduğunu söyleyecek olurlarsa, bende gidip patrona söyleyecek, o da bana kimden duyduğumu soracaktı. İşçiler de kendilerini ele vermemden korktukları için muhakkak benden saklıyorlar.
Saat 07.00 sularında bir işçi yanıma gelerek “Murat, babana sanırım senet imzalatmışlar” dedi. “Kim” diye sormama fırsat tanımadan “ kimler olduğunu sorma, bilmiyorum” diye tamamladı cümlesini…
Tansiyonum düşmüş, koyu kahve renkli para kasasının yanında bulunan sandalyeye zor atmıştım kendimi. Oturduğumuz ev ve ortağı olduğumuz başka bir ev de elimizden alınacak, üstelik babamın üç ayda bir alacağı emekli maaşına da el konulacaktı.
Bir ömür boyu kazanılan alın terinin tamamını yok yere kaybedecektik. O zamana kadar küfür eden biri değildim. Bu son olay bana küfür etmeyi öğretmişti. Aklıma gelen küfürleri ediyor kendi kendime “ne yapacağım” diye konuşuyordum. Hiçbir fikrim yoktu. Onların kimler olduğunu öğrenip öldürmeliydim…
Read More

4 Şubat 2014 Salı

Yüzlesme | SOSYAL SEN Ailesine Bir Yazı

Sosyal SEN ailesi olarak göndermiş olduğunuz yazılarını paylaşmaya devam ediyoruz. "günah-keçisi"nden...

Feride Hanım sinirli gözlerle sağa sola bakınıyordu. Biran göz göze geldik. Ateş saçan gözleri sanki beni yakmaya başlamıştı. Gözlerimi başka yöne çevirmeye çalışsam da başarılı olamıyor beni kavuran ateşten kendimi alamıyordum. Bana doğru yaklaşmaya başladı. Ne yapacağımı bilemiyordum. O kadar personeli bırakıp yalnız benim üzerime gelmeye başlamıştı. Bana “ Neden Murat” demesinden korkuyordum. Ne cevap verecektim?. Yanlış bir işe kalkıştığımın yenice farkına varmış, pişman olmuştum. Biran “Başhekime şikayet etme fikrinden vaz mı” geçsem diye düşündüm. Bunu yapamazdım. Sonuçta arkadaşlarımı çağıran bendim. Şimdi böyle yaparak onları yalnız mı bırakacaktım?... Sorumlu hemşiremiz benimle konuşmak için yanıma geldiği esnada Başhekim Bey odadan bana doğru seslendi. Odaya doğru ağır adımlarla ilerlemeden son defa Feride Hanımla göz göze geldik. Yorgun ve üzgün bir şekilde arkamdan bakakalmıştı. Bir beş dakika sonra odaya girseydim kim bilir neler söyleyecekti bana? Onun esmer teni içerisindeki alevden kızarmış çehresi bakılmaz bir hal almıştı…



Masanın sol tarafından geçerek mutfaktan içeri girdim. Başhekim mini buzdolabının sağında ayakta beni beklemekteydi. Ona ne söyleyeceğime dair hala bir fikrim yoktu. Yüreğime bir ağrı saplanmıştı. Arkadaşlarımla daha önce kararlaştırdığımız üzere Başhekime, sorumlu hemşiremizle anlaşamadığımızı, bize sürekli bağırdığını bazen bunun hakarete vardığını anlattım. Başhekim sözlerimi kesmeden dikkatlice beni dinledi. Sonrasında birlikte dışarı çıktık.
Feride Hanım Başhekim Bey’e dönerek “ Bir Dakika Hocam, Murat’a bir şey söylemek istiyorum” dedi. Herkes merak dolu gözlerle bana doğru bakmaya başladı. Odanın doğu tarafına doğru ilerlemeye başladım. Hemen arkamdan sorumlumuz geliyordu. Başımı öne eğmiş onun benimle konuşmasını beklemeye başladım.
- “Yüzüme bak Murat” dedi. Ne yapacağımı bilemiyordum. Utanıyordum. Öylece durakalmıştım.
- “Murat sana söylüyorum. Lütfen yüzüme, gözlerimin içine bak” demişti ki istemeden de olsa başımı yukarı kaldırıp gözlerine bakmaya başladım. Yaptığım her şeyden pişman olmuştum. “Affet Abla” demek istiyor ama buna cesaret edemiyordum. 
- “Bindiğin dalı kestin Murat” demişti. Gerçektende öyleydi. Bindiğim dalı kesmiştim. Kendisi delidolu biriydi. Öfkesi anlık olup kin tutmayı beceremezdi. Bana yaptığı iyiliklere karşılık bazı sözlerini duymazlıktan gelseydim bu olanlar belki de yaşanmayacaktı. Başka bir şey demeden yanımdan koşar adımlarla uzaklaştı. Başhekim Bey hepimize birden dönerek
- “Arkadaşlar, hepinizi tek tek dinledim. Ağız birliği etmişçesine Feride Hanım’ı istemediğinizi söylediniz.” Dedi ve sorumlu hemşiremize dönerek cümlelerine “Feride, arkadaşlar ‘ya o ,ya da biz’ diyorlar. Yoksa istifa edeceklermiş. Sen ne diyorsun” diye sordu. Feride Hanım tekrardan bana baktıktan sonra bir şey söylemeden başını öne eğdi. Başhekim;
- “Arkadaşlar böyle bir durumda ben de üzerime düşeni yapıyor ve Feride’nin kalmasını istiyorum” demişti ki hepimiz biran duyduğumuza inanamadık. Ortalama 10 kişinin işten ayrılması Başhekimin umurunda değildi. Başhemşire Hanım da bizim gibi şaşırmıştı duyduklarına. Başhekim Beyin gözleri etrafı tavaf etmiş, sözlerini “ Arkadaşlar toplu istifa etmek suçtur. Hepiniz sırayla istifa edeceksiniz. Yoksa hakkınızda Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunurum” diyerek tamamladıktan sonra yoğun bakım servisinden Feride Ablayı da yanına alarak ayrıldı. Hemen arkalarından Başhemşire Hanım sinirli şekilde odayı terk etti.
Aslında biz böyle bir karar alacağını düşünmemiştik. Sorumlu hemşiremizi bizim servisten alarak başka bir servise verirler diye düşünmüştük. Yanılmıştık. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Hepimiz biraz önce yaşadıklarımızın etkisinden henüz kurtulamamış birbirimizin yüzlerine bakışa kalmıştık.
İlk istifa dilekçesini ben yazmış kimseyle konuşmadan hastaneden ayrılmıştım. İşten ayrıldığım için üzülmemiştim. Her şeye rağmen bunu Feride Ablaya yapmayacaktım. Sonuçta birçok konuda şuana kadar hastanede sahip çıkmış tek kişiyi vefasızlığım yüzümden kaybetmiştim. Yıllarca sürecek bu pişmanlığın daha ilk günündeydim.
Pazartesi günü öğleye doğru hastaneye gelmiş bir gün öncesinden hazırlamış olduğum dilekçemi personel işleri departmanına vererek ayrılışımı yaptırmıştım.
Birkaç gün daha İstanbul da kaldıktan sonra memleketime geri döndüm. Neden işten ayrıldığımı soranlara ise “Maaşım çok az” diyerek yalan söylüyordum. Tekrar başa dönmüştüm.
Read More

Hakkımızda

Hayatın renkli anlarını ve sosyal medyanın hızlı atan nabzını hissetmeniz için açılmış; en yeni, en kaliteli ve en güvenilir haber ve paylaşımlarla benim değil SEN'in siten sosyalSEN.net
sosyalsen.blogspot.com Webutation
Bu site %100 güvenli olup, Google ve Norton Anti-virus tarafından onaylanmıştır.
Designed By Seo Blogger Templates