"günah-keçisi" adlı yazarımızın bugün ki yazısı;
FALCININ KEHANETİ
Gözlerim dalmıştı ki telefonuma gelen mesaj zili sebebiyle ürkerek yatağımdan zıpladım. Aslında bu zıplamanın sebebi zil sesi değildi. Falcı Ablamızın kehanetlerinden birinin gerçekleşmesiydi. Sabah söylediği gibi, daha 24 saat geçmeden üst üste memleketimden 2 adet mesaj geldi… Fazla düşünmekten boynum kasılmaya başlamış, başıma ağrı girmişti. Sonrasında kendi kendime “Bir daha bu konuyu düşünmeyeceğim” diye söz vermiş başka şeyler düşünmeye çalışmıştım.
Bu günün benim için ayrı bir önemi vardı. İlk maaşımı alacaktım. Sabah nöbetimin başlamasıyla birlikte muhasebeden çağırılmış, imza karşılığı alın terimin konulduğu kapalı beyaz zarfı almıştım. Asgari ücretten biraz yüksekti aylığım. Özelde çalışmanın en büyük dezavantajı kimse kimsenin ne kadar maaş aldığını bilmezdi. Personel kendi arasında maaş hariç her konu hakkında konuşurdu. Sorumlu hemşiremiz Feride Ablanın söylediğine göre diğer arkadaşlara göre ben çok daha az bir ücretle çalışıyormuşum. Aynı işin ama farklı maaşların insanlarıydık. İşe başladığım bir aylık sürede bizim servisten yaklaşık 6 kişi istifa etmiş yerlerine başkaları işe başlamıştı. Feride Abla maaşımın iyileştirilmesi için Başhemşire Hanımla konuşacağını söylüyordu…
İlk maaşımı aldıktan sonra 1 hafta izin alarak memleketime gitmek üzere otogara gittim. Kış ayları başladığından grip olmuştum galiba…
İznim süresince hasta olduğumdan evde yatmış, arkadaşlarımla buluşmaya fırsatım olmamıştı. Doktora gidip ilaç kullanmaya başlasam da pek faydasını görmemiştim. “Sayılı gün çabuk geçer” diye boşa söylenmemişti. 6 gün sonrasında tekrar İstanbul’ döndüm. Ertesi sabah iş başı yapacaktım.
Hastalığım süresince sigara içmememe rağmen, içine kapalı akciğerlerimin dolduğunun farkındaydım. Öyle ki hastalığın yeni başladığı esnada tek tük “Öhü, Öhü” derken sonrasında bir sinir boşanması yaşamış ki hiç durmadan uzun uzun “Öhhüüü, Öhhüüü, Öhhüüüüü” demeye başlamış isyan bayraklarını çekmişti… Akciğerlerimin bu feryadını o gün yalnız ben değil tüm personel işitmiş, sabah nöbete vardığımda serum takmak istemişlerdi…
Supervısor Gönül Abla takacaktı serumumu. Feride Abla serumun içerisine hangi ilaçları katması gerektiğini söylemiş, damarıma kateteri takmak üzere yavaş adımlarla yaklaşmıştı Gönül Abla. Kollarımda bulunan damarlarım katatere meydan okurcasına adeta kabarmış kafa tutmuştu pembe renkli branüle… Bu kafa tutuş kateterin işini zorlaştırmak yerine aksine her şeyi kolaylaştırıyordu…
Serumum takılmış yavaş yavaş akmaya başlamış, sıra enjektör vasıtasıyla kana karışacak antibiyotiğe gelmişti. Gönül Abla benimle hem muhabbet ediyor hem de antibiyotiği damarıma zerk etmek için daha önce katetere takmış olduğu serumun ucunu çıkarıyordu… Artık her şey tamamdı. Sadece havası daha önce boşaltılmış şırıngayı katatere takarak çok yavaş bir şekilde ilacı damara enjekte etmeye gelmişti…
Supervısor Hanım yavaşça yatağa doğru eğilip enjektörün ucunu katatere taktı. Ona bu işi yaptıran benim hastalığım mı? yoksa Falcı Kadının kehanetimiydi? bilemiyorum. 1cc kadar ilaç ya gitmiş ya da gitmemişti. İşte bu esnada görünmeyen bir kuvvetin sanki daha önce yan yana bağlamış olduğu 100 kadar kılıcı aynı anda tüm kuvvetiyle belimden aşağı indirdiğini hissettim. Gönül Abla parmakları arasına enjektörü değil de galiba boğazımı almış ve sıkıca nefes almamam için baskı uygulamaya başlamıştı…
O anda yaşadıklarım gerçekten de kelimelerle anlatılamazdı. Bedenim sanki belimden ikiye ayrılmış, aynı anda nefesim durmuş, gözlerim kör olmuştu. Biliyordum ki birkaç dakika içerisinde kalbim duracaktı. Son söylediğim ise nefesim dururken çıkarmış olduğum “Hıh” sesiydi. Artık kehanet gerçekleşmiş ölüm kaçınılmaz son olmuştu benim için.
Hani filmlerde ölmek üzere olan bir kişinin gözlerinden Hayatının film şeridi gibi geçtiği söylenilir ya. Gerçektende öyleydi. Saniyeler içerisinde o ana kadar tüm yaşadıklarım hızlandırılmış şekilde gösteriliyordu. Bu esnada kulağıma, panik olan personelin birbirlerine “Doktor Yok mu?” diye seslendikleri geliyordu. Acil olarak yapılması gereken bazı ilaçların isimlerini zikrettiklerini işitiyor ama ne yaptıklarını göremiyordum…
Aklıma o an Nagehan geldi. Ne Anam ne de Babam. Tek düşündüğüm o gün nöbetçi olmayan, İstanbul’un diğer yakasında ikamet eden Sevgili… Ellerimi semaya kaldırıp dua etmem imkansızdı. Riyadan, yalandan uzak, acı çeken samimi bir gönlün son duasıydı yarin vuslatı… “Ya Rabbi! Senden son kez Nagehan’ı göstermeni, duyduğum en son kişi olarak sevgilinin sesini işiterek can vermeyi istiyorum” diye semanın kapılarını çaldığım son yakarışımı yaptım.
İnançlı bir kişiydim. Allahtan ne istemişsem çoğu zaman dualarıma icabet etmiş, gönlümden geçirdiklerime kavuşturmuştu beni. Ölmek üzereydim ve Rab’den razı olarak emanetini teslim edecektim. Cennet ya da Cehennem’den hangisine gideceğime dair endişe duymuyordum…
“Her şey bitti” dediğim esna da “Geçmiş Olsun Murat” diyen Nagehan’ın sözleri sonucu dünyaya 2. kez gözlerimi açmıştım. Çehresindeki korku sesine de yansımıştı. Sağ tarafımda yanı başımda duruyordu. Yanımdakinin hala Nagehan olduğuna inanamıyordum. Çünkü nöbetten bir gün önce çıkmış bu zamana kadar sabahın erken saatinde hiç hastaneye gelmemişti…
Anlattıklarına göre solunum arresti geçirdiğim esnada, “Hıh” sesimi herkes duymuş anaflaktik şoka girdiğimi anlamışlardı. Odada bulunan yaklaşık 6 hemşire benim bulunduğum yatakla ilaç dolabı arasında adeta mekik dokumuş heyecandan kimse birbirine çarpmaktan başka bir şey yapamamış. O esnada Başhekim Yardımcısının eşi olan başka bir hemşire soğukkanlı davranarak müdahale etmiş, onun sayesinde tekrar yaşama dönmüşüm. Nagehan ise nöbetinden çıkınca, o akşam Anadolu Yakasında oturan bir arkadaşının yanında kalmış, sabah evine giderken hastaneye uğramak istemiş…
Doktorun söylediğine göre bana damardan yapmak istedikleri antibiyotik meğer “Yaşamlarından ümit kesilen hastalar” için kullanılan bir ilaçmış. Feride Abla ise o antibiyotiğin bu tür yan etkisi olduğunu bilmeden, daha kısa sürede iyileşmem için o ilacı yaptırmak istemiş.
Azrailin elinden kurtulduğum o gün beni eve göndermediler. Gün boyu gözlem altında tuttular. Sonrasında ağızdan kullanılan başka bir antibiyotik vermişlerdi ki sabahki kadar olmasa da gece o ilaçta bana dokundu. İki gün kadar daha yoğun bakımda kaldım.
Yavaş yavaş kendimi toparlayıp iyileşmeye başladım. Tüm bu yaşadıklarım türüne sizin karar vereceğiniz film gibiydi. Eve geçeceğim gün Aysel Abla nöbete gelmiş olanları duyduğundan yanıma gelerek“ Ogluuum. Geçmiş Olsun. Ben demiştim Sana” diyerek yeni çıkacak kehanetlerini beklemek üzere hemşire odasına gitmişti…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder